Bir Hadis Bir Ders

Yayınlandı: 01 Mayıs 2017 / İslâm
Etiketler:,

İmam Buhari ve Müslim’in Sahih’lerinde yer alan bir hadiste Hz Âişe şöyle buyuruyor: “Rasulullah her sene Ramazan ayında itikaf yapardı. Sabah namazını kıldıktan sonra itikaf yapacağı yere teşrif ederdi.”

Ravi diyor ki: “Hz. Aişe de itikaf için izin istedi. Rasulullah izin verdi. Mescidin içinde itikaf için bir çadır kuruldu. Bunu Hafsa validemiz de işitti, O’nun için de bir çadır kuruldu. Arkadan Zeyneb validemiz için de bir çadır kuruldu. Sabah olup da Rasulullah hücresinden çıkınca dört çadır kurulduğunu görür ve “Bunlar da ne?” diye sorar. Durum haber verilince: “Onları bu işe sevkeden şey nedir, Allah’ın rızasını kazandıracak bir amel düşüncesi mi? Hayır! Derhal kaldırın, gözüm görmesin!” emretti. Çadırlar kaldırıldı. O Ramazan Rasulullah da itikafı terketti. Şevvâl’in son onunda itikafa girdi.”

Muhammed Takî el-Osmânî hoca, hadisi şöyle şerh ediyor:

“Bu hadiste dikkati çeken konu şudur: Peygamber (aleyhisselam) ilk başta Hz Âişe’ye itikaf için izin vermişti. Ancak diğer hanımları da çadır kurunca, hepsini bundan men etti. Bunun sebebini Allah daha iyi bilir. Zahiren şöyle anlaşılıyor ki, Hz Âişe’nin yeri mescide bitişikti ve kapısı mescide açılıyordu. Kapısına perde asarak itikaf yapacak, ihtiyaçları için mescitte erkeklerin içinden geçmesi gerekmeyecekti. Aksine kendi evinde itikaf yapıyormuş gibi olacaktı. Ancak diğer hanımlarının itikaf yerleri biraz mesafeliydi. Mescite itikafa girmeleri halinde ihtiyaçları için devamlı mescidin içinden geçmek zorunda kalacaklardı. Hanımlarının bu şekilde itikaf yapmalarını Peygamber uygun görmedi ve kadınların böyle yapmalarının kendileri için bir hayır olmadığını söyledi.” [İtikaf Risalesi, s. 17]

Bu hadis-i şerif ile ilgili iki nokta dikkat çekici:

1. Hz Peygamber başta Hz Âişe’ye izin verdiği halde aralarında tatsızlık olmasın diye Hz Âişe’nin de çadırını kaldırttı.

2. Hz Âişe’nin kalbi kırılmasın diye Hz Peygamber kendisi de itikafa girmedi. Daha sonra Şevval’de itikaf yaparak eksikliği telafi etti.

Görüyorsunuz işte. Hadis aslında faziletli bir amel olan itikaf ile alakalı olsa da insanlar arası ilişkiye ve aileye dair ne incelikler ihtiva ediyor.

SübhanAllah!

Bu dünyayı sevgi güzelleştirecek. İnsan sevgisi, doğa sevgisi, hayvan sevgisi, aklınıza ne türlü konu gelirse gelsin. Bu hayattaki eylemlerin en güzeli sevgi ile yapılanlarıdır. Biz insanlar kışın soğukta nasıl üşüyebiliyorsak yazın sıcaklarda nasıl kana kana terleyip susuyorsak hayvanlar için de aynısı geçerlidir.

Kışın bazı dangalaklardan “Hayvan o ya üşür mü hiç?” şeklinde saçma sapan sözler duyarsınız. Yok “köpekler alışıktır” yok “kediler soğukta durabilir” gibi gerçekten insanlık dışı sözler duyuyorum bazen. Köpeklerin veya kedilerin yahut diğer hayvanların soğukta dışarıda kalıyor olması üşümedikleri anlamına mı gelir? Evsiz barksız aç gariban bir insanın sokakta yaşıyor olması kışın onun üşümediği anlamına mı gelir? Ya da yazın 40 derecenin altında çöplerden kağıt toplayan, helaliyle rızkının peşinde olan kişilerin (sahtekar olanlarını elbette tenzih ediyorum) terlemeyip susamadıklarını mı düşünüyorsunuz?

Hayvanlarımız için de aynısı geçerli. Kediler ve köpekler insan olarak en içli dışlı olduğumuz hayvanlar oldukları için onlardan örnekle gidiyorum. Ama söylediklerim tüm canlı varlıklar için geçerli elbette. Şimdi İlkbahar’ı yaşıyoruz en tatlı haliyle. 1-2 ay sonra kavurucu sıcaklar yine gelip çatacak. Bu sıcaklarda sevgili dostlarımıza 1 Kap Su ve 1 Kap Mamayı çok görmeyelim lütfen. Onların da bizler gibi kışın üşüdüğünü yazın sıcaktan bunalıp terleyip susadıklarını ve yaşamlarını sürdürebilmeleri için biz insanlar gibi suya muhtaç olduklarını lütfen unutmayalım.

Mamatha Gandi’nin dediği gibi: “Bir milletin büyüklüğü ve ahlaki gelişimi, hayvanlara olan davranış biçimi ile değerlendirilir.”

Sinema Şeytan İşi Mi?

Yayınlandı: 01 Mayıs 2017 / Sinema
Etiketler:,

Hollywood’un nasıl kurulduğundan biraz bahsetmemi ister misiniz? Dinleyin öyleyse. Çoğunluğu göçmen Yahudilerden oluşan ve Edison’a patent ücreti ödememek için Los Angeles’a kaçan küçük film üreticileri Hollywood’u kurmuştur. Ahlâkî değerleri hedef alan Hollywood filmlerine karşı Hristiyanlardan tepkiler gelmiş, Hollywood ise düşünmüş taşınmış ve bir çözüm yolu bulmuştur: Hz İsa’nın hayatını konu alan dinî filmler yapmak. Sonrası ise mâlum. Günümüze dek Hz İsa’nın hayatı ile ilgili yüzlerce film çekilmiş, bu filmlerin kritik edildiği onlarca kitap ve makale yayınlanmıştır.

Yahyalılı Hacı Hasan Efendi merhum bir şiirinde şöyle der;

Genç var ki sinema işi,
Yitirmiş ekmeği, aşı,
Geçiyor kıymetli yaşı,
İnsan olmayacağı belli…

Hristiyanların Hollywood’a gösterdiği tepkiyi makûl bulmak; fakat sinemayı “şeytan işi” olarak tanımlayan Müslümanlara “yobaz” muamelesi yapmak ne derece doğru? Nitekim Türkiye gibi Müslümanların yaşadıkları bazı ülkelere sinema yabancılar eliyle girmiştir. Akabinde ise Muhsin Ertuğrul gibi manevi değerlere saldırmayı adeta görev addeden bazı isimler sebebiyle muhafazakar kesim sinemaya karşı tepki göstermiştir. Uzun lafın kısası Müslümanların sinemaya ve sinemacılara tepkisi durduk yere değildir.

Tabi ki bıçağın sadece adam öldürmeyeceği, ekmek de doğrayabileceği anlaşılınca Müslümanların kahir ekseriyetinin sinemaya olan tepkileri son bulmuştur. Ve bugün artık Yahyalılı Hacı Hasan Efendi, Bediüzzaman Said Nursi, Somuncu Baba gibi İslâm büyüklerinin hayatları beyaz perdeye aktarılınca aslında sinemanın şeytan işi olmadığı da anlaşılmıştır.

Shakespeare Hakkında Bildiklerimiz

Yayınlandı: 30 Nisan 2017 / Edebiyat
Etiketler:

William Shakespeare hakkındaki komplo teorilerinin haddi hesabı yok. Shakespear’in aslında bir kadın hem de Kraliçe I. Elizabeth olduğunu iddia edenler olduğu gibi, onun gizli bir Müslüman ve isminin aslında Şeyh Pir olduğunu iddia edenler de vardır. Diğer yandan bazıları Shakespeare’in eşcinsel olduğunu düşünürken diğer bazıları da aslında tarihte Shakespeare diye birisinin hiç yaşamadığı görüşünü benimserler.

Peki bir kişi hakkında birbirinden bağımsız bunca farklı iddia olması o kişi hakkında çok fazla bilgiye sahip olduğumuzdan mı yoksa olmadığımızdan mı kaynaklanıyor?

Prof. Dr. Mina Urgan, İngiliz Edebiyat Tarihi isimli eserinde şöyle diyor:

Neredeyse üç yüzyıldan beri Shakespeare üzerine binlerce kitap yazıldığı halde, onun yaşamı konusunda kesinlikle bildiklerimiz bir tek sayfaya sığabilir: 1564’te Stratford-upon-Avon kasabasında dünyaya geldiğini; henüz on sekiz yaşındayken Anne Hathaway ile evlendiğini; biri küçükken ölen üç çocuğu olduğunu; otuz dört yaşına basmadan önce altı tragedya ve altı komedya yazdığını; Globe Tiyatrosu’na bağlı bir oyuncu topluluğunda aktör ve yazar olarak çalıştığını; bir hayli para kazanıp, doğduğu kasabada ev ve toprak satın aldığını; 1616’da bu kasabada öldüğünü kesinlikle biliyoruz. Bunların dışında Shakespeare’in yaşamı konusunda yazılanlar, birer varsayımdan başka bir şey değildir aslında. Bu varsayımların bazıları garip olduğu kadar da saçmadır. Hatta Shakespeare’in oyunlarını yazanın, kendisi değil de bu adı kullanan başka biri, örneğin Francis Bacon ya da Christopher Marlowe, olduğu bile ileri sürülmüştür. Bunları uyduranların ya bilgisiz, ya şarlatan ya da dengesi bozuk kişiler olduğunu kabul etmek zorundayız. Çünkü Shakespeare’in yaşamı üzerine bilgimiz çok sınırlı olmakla birlikte, adını taşıyan oyunları kendisinin yazdığı kuşku götürmez bir kesinlikle kanıtlanmıştır.

Yine Prof. Dr. Mina Urgan, Shakespeare incelemesinde şöyle diyor:

“Shakespeare’in yaşamı ve kişiliği konusunda bildiklerimiz son derece sınırlıdır. Bilmediklerimizinse haddi hesabı yoktur. Çocukluğunun nasıl geçtiğini bilmiyoruz; nerede okuduğunu tam olarak bilmiyoruz; hangi koşullar altında evlendiğini ve evliliğinin mutlu geçip geçmediğini bilmiyoruz; doğduğu kasabadan niçin ve tam hangi tarihte ayrıldığını bilmiyoruz; Londra’daki özel yaşantısını bilmiyoruz; tiyatroya ne zaman ve nasıl girdiğini bilmiyoruz; dinsel inançlarını, yani Katolik mi, yoksa Protestan mı olduğunu bilmiyoruz; 52 yaşına kadar yaşadığı halde, 48 yaşından sonra neden yazmadığını bilmiyoruz; hangi hastalıktan öldüğünü bilmiyoruz; yüzünü ve biçimini bilmiyoruz; elimizde bir tek yazması ya da mektubu bulunmadığı için elyazısını bilmiyoruz; şunu bilmiyoruz, bunu bilmiyoruz…”

Meselenin özeti: “İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı.”

Adolf Hitler

Adolf Hitler 1889-1945 yılları arasında yaşamış Avusturya doğumlu Alman bir politikacı ve devlet adamıdır. Yirminci yüzyılın bilinen en büyük dikdatörü olarak anılır.

30 Nisan 1945 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru gelinirken Hitler önderliğindeki Almanya’nın yenilgisinin kesinleşmesi üzerine Berlin’de bulunan Hitler ve Eşi yeraltı sığınağına (Führerbunker) inerek kendilerini bi odaya kapatırlar. Bu yenilgi sonucunda ümitsizliğe kapılan Hitler ve Eşi intihar etmeye karar verirler. İlk önce Eva Braun içinde siyanür bulunan kapsülü ısırır ve saniyeler içinde etkisini gösteren siyanürün (zehir) etkisiyle hayatını kaybeder. Eşinin öldüğünü gören Hitler’de içinde siyanür bulunan kapsülden ısırır ve aynı zamanda tabancasını çıkartıp sağ şakağına ateş eder.

Cesedi vasiyeti üzerine Führerbunker’in bahçesinde benzin dökülerek yakılmıştır. Bunu istemesinin sebebinin, cesedinin Sovyet ordusu tarafından yakalanıp teşhir edilmek istememesi olduğu söyleniyor. intiharından önce yanındaki generallere  “Cesedimi Rusların eline asla vermemelisiniz, beni Moskova’da heykel yaparlar.” demiştir.  4 Nisan 1970’de Hitler ve Braun’un kalıntıları tamamen yakıldı ve külleri Elbe Nehri’nin bir kolu olan Biederitz nehrine döküldü.

İzlenesi 5 Gezi Programı

Yayınlandı: 29 Nisan 2017 / Gezi
Etiketler:, ,

Dere Kahve (Tire)

Her TV kanalında muhakkak en az bir tane gezi programı var. Bazılarında ise birkaç tane. Başta iyi bir şey gibi görünebilir; fakat durum hiç de öyle değil. Çünkü kalite yerlerde. “Gezelim Görelim” tadındaki programlar bizde genellikle “Yiyelim İçelim”e dönüşmüş durumda. “Yediğin içtiğin senin olsun, neler gördün anlat” diye bir şey vardı eskiden. Şimdilerde bu da değişti: “Gezip gördüğün senin olsun, yiyip içtiğini anlat!” Hâl böyle olunca izlenecek gezi programlarının sayısı da iyice azalıyor.

İzlenesi 5 gezi programını sizler için derledim:

1. Yoldan Çık (TRT Haber): Türkiye’nin gizli cennetlerini gözler önüne seren Yoldan Çık, bugüne kadar izlediğim en kaliteli gezi programı diyebilirim. Çekim kalitesi mükemmel. Şiirsel bir anlatımı var. İnsanı hiç sıkmıyor. Tabi söz buraya gelmişken metin yazarı Uhud Tekin’i tebrik etmek gerekir. Yoldan Çık’ın tek üzücü tarafı ise artık yeni bölümlerin yayınlanmıyor olması. “Keşke devam etseydi” diyorum.

2. Aziz İstanbul (Semerkand TV): Bir Semerkand TV yapımı olan Aziz İstanbul, güzelliğin başkenti İstanbul’u tanımak isteyenler için müthiş bir yol arkadaşı. Her bir bölüm yaklaşık 20-25 dakikadan oluşuyor. Böyle olunca doğal olarak insan sıkılmıyor. İstanbul’u keşfe çıkmadan önce Aziz İstanbul’un bütün bölümlerini izlerseniz daha şuurlu bir gezi yapacağınızdan eminim.

3. 5 Vakit 1 Şehir (Semerkand TV): Yapımcıların belirttiğine göre 5 Vakit 1 Şehir’in hedefi, bir gün içerisinde gidilen kentin beş farklı camisinde beş vakit geçirmektir. Bu vakitler arasında ise kentin sosyal ve kültürel miraslarını etkinlik listesine yazar. Her ne kadar son zamanlarda ortaya çıkan “İsmail abi” tiplemesi programı sıkıcı hale getiriyorsa da bu güzel program dolayısıyla Semerkand TV’yi tebrik ediyorum.

4. Gezgin (TVNET): Derya Uğur Öner’in sunduğu Gezgin, bilgilendirici bir program olması sebebiyle listeye girmeyi hak ediyor. Her ne kadar gereğinden uzun bazı röportajlar insanı bunaltsa da kaliteli görsellik sizi bir şekilde cezbediyor. Gezgin’in daha önce yayınlanan bölümlerini YouTube’da bulamadım. Bunun için galiba şurayı ziyaret etmeniz gerekiyor.

5. Annemden Uzakta (TRT Belgesel): “Adım Rikki. Amerika’da doğdum.  Ama kendime dünyalı diyorum, çünkü 15 yaşından beri yollardayım. 5 yılda 25 ülke 250 şehir gördüm. Farklı kültürleri öğrendim. Harika lezzetler tattım. İnanılmaz insanlar tanıdım. Annemden uzakta şimdi Türkiye’yi geziyorum, hem sizinle hem annemle paylaşmak için.” diyen Rikki Roath, pek çok tarihi ve kültürel eseri bünyesinde barındıran Anadolu’yu keşfe çıkıyor.

İyi seyirler.

Darüşşafaka’yı bilmeyenimiz vardır ama duymayanımız yoktur. Ülkemizde eğitim alanındaki sivil toplum kuruluşlarından birisidir. Babası veya annesi hayatta olmayan, maddi açıdan imkanları yetersiz; fakat yetenekli olan 9-10 yaşındaki kardeşlerimize parasız ve yatılı eğitim sağlayan Darüşşafaka Eğitim Kurumları 2017 yılı sınavını 28 Mayıs Pazar günü Saat 10:00’da gerçekleştirecektir. Sınav Türkiye’nin 21 ilinde yapılacaktır.

Darüşşafaka’nın internet adresinde açıklanan sınav bilgileri;

Kayıt Başlangıç Tarihi: 02 Ocak 2017, Pazartesi
Kayıt Bitim Tarihi: 22 Mayıs 2017, Pazartesi
Sınav Günü: 28 Mayıs 2017, Pazar
Sınav Saati: 10.00
(Adayların saat 09.00’da sınav yerinde hazır bulunmaları gerekmektedir.)

2017 Darüşşafaka Sınavı’na girecek öğrencilerde aranan koşullar:

  • Babasının ve/veya annesinin hayatta olmaması
  • Ailesinin maddi durumunun iyi bir eğitim için yeterli olmaması
  • 2006 ya da sonraki yıllarda doğmuş olması (Yaş düzeltmesi geçersizdir.)
  • 2016 – 2017 Eğitim ve Öğretim Yılında ilkokul dördüncü sınıf öğrencisi olması
  • Sağlık ve diğer yönlerden yatılı okula kabulünde sakınca bulunmaması
  • T.C. vatandaşı olması

Detaylı bilgileri Darüşşafaka Sınav Başvuruları Başladı adresinden öğrenebilirsiniz.

Bir kardeşimizin geleceğine katkıda bulunabilirsek ne mutlu bize. 

Doğar doğmaz hastanede bebeğe ilk olarak K Vitamini ve Hepatit B1 aşısı yapılıyor. Bu aşıların hastanede yapılmaması durumunda ise devreye Aile Sağlığı Merkezleri (Sağlık Ocakları) giriyor. Aile Sağlığı Merkezleri’nde görev yapan bazı hemşire ve ebeler özellikle bilinçsiz ebeveynleri aşı konusunda baskı altına alarak söz konusu aşıların “zorunlu” olduğunu iddia ediyorlar.

K Vitamini ve Hepatit B1 gibi aşılar iddia edildiği gibi gerçekten de zorunlu mu?

Cevap Anayasa Mahkemesi’nden;

Anayasa Mahkemesi anne baba rızası olmadan çocuğa zorunlu aşı yaptırılmasının Anayasa’nın ‘kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı’nı düzenleyen 17’nci ve ‘temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine’ ilişkin 13’üncü maddesine aykırı bularak ihlal kararı verdi.

AYM’nin ilke kararı ışığında, yasal bir düzenleme ile kısıtlama getirilmediği sürece anne baba rızası olmadan mahkeme kararıyla bile olsa çocuğa zorunlu aşı yaptırılamayacak. AYM, çocuğa aile rızası olmadan aşı konusunda bir kanuni düzenleme bulunmadığı, temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği gerekçesiyle ihlal kararı verdi. AYM yetkilileri, ihlal kararının Yargıtay 2’nci Hukuk Dairesi’nin, Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Medeni Kanunu’na dayanarak, “Çocuğun üstün yararı” gerekçesiyle “Devlet, geçerli bir delil gösterilmedikçe, anne baba rızası aramaksızın çocuğa zorunlu aşı yaptırabilir” şeklindeki yeni ve zorunlu aşıya vize veren içtihatı ile çelişmediğini de bildirdiler. Yetkililer, kararın AYM Genel Kurulu’nca verildiği için ilke kararı niteliği taşıdığını ve benzer bireysel başvurularda da ihlal kararı verileceğini bildirdiler. Hükümetin zorunlu aşı konusunda yasal düzenleme yapması gerektiği kaydedildi.

Anayasa Mahkemesi, anne babası istememesine karşın, yeni doğan bebeğe çocukluk dönemi aşılarının uygulanmasının hak ihlali olduğuna hükmederken, topuk kanı alınmasını ihlal saymadı.

Aile Sağlığı Merkezleri’ndeki ebe ve hemşirelerin çocukluk dönemi aşılarının zorunlu olduğunu iddia etmeleri halinde kendilerine Anayasa Mahkemesi’nin ilgili kararından bahsederek dilekçe doldurmak suretiyle bebeğinize hiçbir aşının yapılmasını istemediğinizi yazılı olarak belirtebilirsiniz. Unutmayın ki bu sizin hakkınız.

Ne dediğini bilmeyen birileri çıkıp; “Çocuklarına aşırı yaptırmayan sizin gibi anne babalar yüzünden bizim çocuklarımız tehlike altında” diyerek sizi suçlamaya kalkabilir. Onlara şu şekilde cevap verebilirsiniz: “Aşı yaptırılmadığı takdirde bir tehlike söz konusu olacaksa o tehlike aşısı yapılan sizin çocuğunuz için değil aşısı yapılmayan benim çocuğum için söz konusudur. Hem aşının çocuğu koruduğunu iddia edecekseniz hem de “aşısız çocuklar yüzünden benim aşılı çocuğum tehlikede” diyerek yaygara koparacaksınız? Hani aşı çocuğu koruyordu? Neden bu endişe? Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?”

“Ne koruyucu ekipmanı oğlum? Motorda mont giysen ne olur kask taksan ne olur?” diyenleri kulak ucuyla dahi dinlemeyin. Motosikletin tehlikeli olduğunu şahsen inkar etmiyorum. Fakat herhangi bir kaza durumunda oluşabilecek hasarı en aza indirmek için elimizden gelen ne varsa yapmalıyız. Bunların başında kask, mont ve eldiven geliyor. Fakat bunlarla yetinmeyip diğer koruyucu bir çok ekipmanı almanızı tavsiye ederim. Bu ekipmanların önemini ve eksikliklerini kaza yapınca anlıyor insan. Allah’a şükür motosikletle ufak tefek düşmelerim oldu; ama kazam olmadı. Allah herkese kazasız belasız keyifli sürüşler nasip etsin.

Motosiklet almaya karar verdiyseniz eğer, motosikletinizi almadan önce ekipmanlarınızı almanızı tavsiye ederim. Koruyucu ekipmanları lütfen ceza yememek gözüyle değil, canınızın kıymetinden ötürü kullanın. Para bugün kaybedilir; ama yarın tekrar kazanılır. Aynı durum sağlığımız için de bir nevi söz konusu olsa da geri kazanımı o kadar da kolay olmuyor malesef. Hadi bakalım motosiklet alırken kendimize ve motosikletimize ne gibi ekipmanlar almalıyız inceleyelim.

1. Kask: Temel ekipmanlarımızın başında gelir. Beyin bedava demeyin kaskınızı hemen alın. FullFace – Çene Açılır – Açık Kask olarak bulunabiliyor; fakat isimlerinden de az çok anlaşılacağı üzere en güvenli olanı FullFace kasklardır. Çene açılır kasklar kaza anında mekanizmasından dolayı kolayca açılabiliyor. Bu nedenle bu sektörün önde gelen firmalarından olan Arai güvenliği yetersiz gördükleri için çene açılır kask üretmiyordu; fakat şu an güncel durum nedir bilmiyorum. Kaskınızı internetten değil bizzat mağazadan deneyerek almanızı tavsiye ederim. Hiçbir ekipman denemeden alınmamalı bence. Seçtiğiniz kaskın sağlamlığını öğrenmek amacıyla SHARP Testleri sonuçlarına bakabilirsiniz. Sharp İngiltere’de kasklar için kullanılan bir standarttır. Sharp standartlarına uygun olmayan kaskların İngiltere’de kullanılması yasaktır.

Kask önerim: Ben kendim MT Revenge kullanıyorum. Sharp testinden 5 yıldız almış uygun fiyatlı bir kasktır. Ayrıca güneş vizörü de mevcut. Açık kaskım da var; fakat ne amaçla olursa olsun kullanmanızı önermiyorum. Ben hayatımdan ödün verip bu riskin bilincinde olarak bazı zamanlar kullanıyorum, kesinlikle tavsiye etmiyorum. Ama atom karınca gibi oluyor çok güzel gözüküyor.

2. Mont: “Yazın sıcağında mont mu giyilir?” demeyin ve fileli yazlık montlardan alın. Emin olun terlememiz geri dönüşü olmayan bi uzuv kopmasından veya zedelenmesinden ya da canımızdan daha önemli değildir. Montlar; kışlık, yazlık ve dört mevsim şeklinde bulunuyor. Deri ve tekstil olmak üzere iki çeşit var; fakat yazın şekil yapma amacıyla deri mont alayım derseniz pişersiniz. Artistliği boşverin, konforlu seyahat her zaman daha önemlidir. Bu yüzden yaz için fileli tekstil montları tercih edin. Kasklar gibi montunuzu da denemeden görmeden almamanızı tavsiye ederim.

3. Eldiven: Herhangi bir kaza veya motoru yatırma gibi durumlarda yere ilk temas edecek kısım genelde ellerimizdir. 100 kilometre hızla giderken motordan fırlayıp ellerinizin yazın 40-50 derece sıcaklıktaki asfaltta çıplak haldeyken sürtündüğünü düşününce eldivenin de önemini anlamak zor olmaz. Eldivenler de tekstil ve deri şeklinde bulunabiliyor. Monttaki gibi deri eldivenler genelde kışlık olarak tercih ediliyor; fakat yazlık deri eldivenlerde çok fazlaca mevcut. Benim önerim her ekipmanda yaz için tekstil fileli, kış için deri.

4. Pantolon veya Dizlik: Korumalı motosiklet pantolonlarını bir çok motosiklet sürücüsü genelde tercih etmiyor. Fakat koruma açısından kalça kısmında diz kapağında ve kaval kemiğinde ve kalçanın yan tarafı gibi bölgelerde korumaları bulunuyor. Bence olmazsa olmazlardandır. Naylon tarzda, kevlar, deri (tulum gibi) gibi çeşitleri mevcut. “Yok birader bunların tipi bir garip beğenmiyorum ben” diyorsanız da en azından dizlik kullanın. Mafsallı dizlikler var. “Aman depomu çiziyor aman koyacak yer bulamıyorum” demeyin kullanın, kullanın ve kullanın.

5. Ayakkabı veya Bot: Normal ayakkabılarımızda malumunuz herhangi bir koruma yok fakat motosiklet için tasarlanmış olan ayakkabı ve botların ayak bileğinde, topuz kısmında ve parmak uçlarında korumalar mevcuttur. Kaza anında darbeye veya herhangi ağır bir şeyin ayağınızın üzerine çıkması gibi durumlarda koruma sağlar. Önerir miyim? Tabii ki de öneririm, önermeyeceğim hiçbir koruma ekipmanı yoktur.

Bunlar dışında birçok kişisel koruyucu ekipman mevcut;fakat siz bunları bir kullanın önce de, zaten bunları kullandıktan sonra diğerlerinin ne olduğunu çoktan öğrenmiş olacaksınız. Bu 5 madde ile söylemiş olduğum ekipmanların orta kalitedeki mangır karşılığı yaklaşık 3000 ila 5000 TL arasında tutar. Kesenizi de buna göre ayarlamalısınız.

Bunlar kişisel koruyucu ekipman önerileriydi. Bir de motosikletimiz için alabileceğimiz ürünler var. Mesela topuz veya koruma demiri. Çalınmasına karşı disk kilidi veya normal kilitler. Alarm gibi ürünler. Bunları ekstra olarak alıyorsunuz elbette. Bunlar için de ortalama 1000 TL gibi bi bütçe ayırmanızı öneririm. Gönül isterdi ki 2 liralık asma kilitle halledelim bu işi ama malesef öyle olmuyor.

Motosiklet bence şeytan işi değildir; fakat şakayı da kaldırmayacak bir taşıttır. Her ne olursa olsun eliniz gaza gitmeden önce olası bir durumda arkanızda bırakacağınız kişileri düşünerek gazlayın. Tekerinize taş değmesin biraderlerim.

Kazasız belasız keyifli bol sürüşler.

İnternet kullanıcıları Vikipedi ismindeki sanal ansiklopediden haberdardır. Ben de çoğu zaman gerek Türkçe gerekse İngilizce versiyonundan faydalanıyorum; fakat Vikipedi’de yer alan bilgilerin güvenilirliği hususunda tartışmalar olduğu Vikipedi sitesinin yöneticileri tarafından da kabul edilen bir gerçek. Sitenin Vikipedi maddesinde şöyle deniliyor; ‘Vikipedi’nin güvenilebilirliği ve doğruluğu üzerine tartışmalar mevcuttur ve site yoğun olarak vandalizme maruz kalmaktadır. Maddelerin eşit olmayan kalitesi, değişikliklerin takipsizliği, sistem hataları ve bilgilerin doğruluğu üzerine tartışmalar halen devam etmektedir.’ İnternet ortamında doğru ve yanlış bilginin çok hızlı yayıldığı birçoğumuzun malûmudur ki bu sebepten dolayı Vikipedi de dâhil İnternet sitelerinde yer alan bilgilere, hele hele kaynak belirtilmemişse, ihtiyatla yaklaşmak her İnternet kullanıcısının dikkat etmesi gereken hususlar arasında yer alıyor.

Geçen gün şöyle ilginç bir haber okudum:

Geçtiğimiz günlerde İngiltere’de oldukça ilginç bir olay yaşandı. Manchester’da yaşayan Adam Boyd, arkadaşlarıyla birlikte çok sevdiği The Sherlocks grubunu canlı dinleyebilmek için grubun konserine gitti ancak sahneye çok uzak kalmasından ve grubu görememesinden şikayetçi oldu. Bunun üzerine arkadaşlarıyla iddiaya giren ve bir şekilde konseri yakından izleyeceğini söyleyen genç adamın aklında bir fikir geldi. Boyd, çareyi grubun Vikipedi sayfasını düzenlemekte buldu. Hemen telefonundan grubun Vikipedi sayfasını düzenleyerek grubun solisti olarak kendi adını ekleyen ve grubun bir şarkısında kendisinden etkilendiğini grubun Vikipedi sayfasına yazan Adam Boyd, bunu güvenliklere bir kanıt olarak göstererek VIP alanına girmeyi başardı. Güvenliğin Vikipedi sayfasının çok kısa bir süre önce değiştirildiğini fark etmemesiyle birlikte hala olayın şaşkınlığını atlatamayan Boyd en sevdiği grubun konserini böylelikle ek bir ücret ödemeden VIP alanından izlemiş oldu.

Vikipedi ile ilgili bir hâtıramı sizlerle paylaşayım:

Mahmud Esad Coşan Hocaefendi ile alakalı yazılanları merak ettim ve Mahmud Esad Coşan maddesini inceledim. Maddeyi okur okumaz dikkatimi celb eden ilk şey Esad Coşan Hocaefendi ile alakalı ‘Uzmanlık alanı hadis ilmidir.’ şeklindeki bilgi oldu. Buna ‘kusurlu’ bilgi demek Allahûalem daha doğru olacaktır; çünkü Esad Coşan Hocaefendi’nin hayatına kısaca göz gezdirenler kendisinin uzmanlık alanının hadis olmadığını görecektir. Merhum Mahmud Esad Coşan Hocaefendi’nin uzmanlık alanı Türk – İslâm Edebiyatıdır. Uzmanlık alanının hadis olduğu hatalı bir şekilde belirtilirken herhangi bir kaynak da zikredilmemişti. Bildiğimiz kadarıyla Esad Coşan Efendi bağlı bulunduğu dergâhın usulü olarak Ramuz el-Hadis’ten dersler yapıyordu; fakat bu dersleri yapıyor olması uzmanlık alanının hadis olduğu anlamına gelmiyordu.

Bu yazıyı kaleme alma sebebim Esad Coşan Hocaefendi’nin hadis bilgisinin az olduğunu belirtmek veya hadis bilgisini küçümsemek asla değildir. Bu şekilde suîzan ile hareket edecek olanlar çıkabilir; fakat bunlara prim vermemek adına niyetimi ikrar etmek istedim. Facebook dâhil birçok İnternet sitesinde bu hatalı bilginin yayılması beni üzdüğü için ve doğrunun öğrenilmesi ve yayınlanmasına katkıda bulunmak amacıyla bu tashih yazısını kaleme alma ihtiyacı hissettim. Böylesine bir hatanın kasıtlı yapıldığını düşünmemekle beraber hatada ısrar edilmesini de doğru bulmuyorum. Esad Coşan Hocaefendi de kendisi ile alakalı böyle bir yanlış bilgiyi duysa muhakkak ikâz eder, düzeltilmesini isterdi.

Bu yazı vesilesiyle İnternette yer alan bilgilere mutlak doğru olarak bakmanın hatalı olduğunu belirtme fırsatım oldu. İnternet ortamında doğru bilgiler kadar yanlış bilgiler de mevcuttur. Bilgi edinme yollarımız asla ama asla İnternetten ibaret olmamalı.

Tez yazarken Wikipedia’yı kılavuz edinenlerin kulakları çınlasın!